DÜKKAN'DA 39 TL VE ÜZERİ ALIŞVERİŞE ÜCRETSİZ KARGO
Etkileyici ve İlham Verici Hayatları Ele Alan 5 Biyografik Film Önceki Kitaplarının Ününü Geride... Sonraki Mevlana ve Vuslat...

Bazı insanlar vardır, onlara sunulan hayatı yaşarlar. Bazıları ise hayatı deli dolu yaşarlar ve hayattan bin bir zorlukla istediklerini alırlar. Gerçek hayatların ve hikayelerin konu edildiği biyografik filmler, bazen tanınmış isimlerin yaşamlarını gözler önüne sererken, bazen ise hiç bilinmeyen insanların başarılarla dolu hikayelerini bizlerle buluşturur. İzlemekten keyif alacağınız biyografik filmler, sadece başarılarını değil, gerçek olduğuna inanamayacağınız dram dolu hayatları barındırıyor.  Birdombaylininfilmarsivi’nden derlediğimiz gerçek hayatlarıyla izleyiciyi etkileyen insanları anlatan 5 biyografik film sizler için Seyyar’da. İyi seyirler dileriz.

piyanist
PİYANİST

“Sanki çok ömrümüz varmış gibi, beklemeyi öğretiyor bize hayat.”

Filmde ikinci dünya savaşı sırasında her türlü olumsuzluğa rağmen hayatta kalmayı başarabilmiş, hayatta kalmak için inat etmiş bir insanın gerçek hayat hikayesi anlatılıyor. Wladyslaw Szpilman’ın otobiyografisinden uyarlanan filmde Roman Polanski‘nin güzel anlatımıyla Wladyslaw Szpilman’ın trajik yaşam öyküsü beyaz perdeye taşınmış. İnsanın hayat karşısında nasıl eğilip büküldüğünü anlatan bir film. 1939 yılında açılış yapan filmde, ikinci dünya savaşının Szpilman’ın ailesi ve tüm yahudi halkı üzerindeki etkileri ve savaşın sonuna kadar Wladyslaw Szpilman’ın yaşam mücadelesi işlenmiş. Savaşın en sert halini, bir yahudi piyanist gözüyle anlatıyor. Polonya radyosunda çalan Szpilman, Almanların Polonya’yı işgali ile birlikte olağan yaşam döngüsünü bırakmak zorunda kalıyor. Yahudilerin kafe, bar gibi yerlere girmeleri, kaldırımlarda yürümeleri hatta parklara girmeleri yasaklanıyor. Kollarına yahudi oldukları belli olsun diye beyaz üzerine mavi yıldız işlenmiş bandajlar takmaları emrediliyor. Uymayanlar cezalandırılıyor.

frida-2002FRİDA

“Ben iki kere kaza geçirdim, Diego. Biri sen diğeri otobüs, sen daha çok acı verdin.”

Bir kadın; 6 yaşında çocuk felci, 15 yaşında bir tramvay kazası geçirmiş, bir bacağı aksayan ve bel kemiğinde kalıcı hasar oluşmuş tüm bunlara rağmen aşkını sonuna kadar yaşamış, dünyanın en saygın ressamlarından biri olmayı başarmış. Julie Taymor’un gözünden Frida Kahlo’nun enteresan ve bir o kadar da acıklı hikayesinin, etkileyici müzikler ve kendisinin harika resimleriyle iç içe işlendiği film, bir çok biyografi gibi durağan bir tarza sahip olsa da, izleyeni içine çekmeyi başarıyor. Film Frida’nın büyük aşkı Diego Rivera ile ilk diyaloğunu yaşadığı sahneden başlıyor. Politikaya olan ilgisi ve hareketliliğiyle karşımıza gelen Frida, geçirdiği büyük kaza sonrası bel kemiğinden ciddi bir sakatlık yaşar. Bu nedenle hayatı boyunca 32 tane ameliyat geçiren genç kadının aylarca göğsünden aşağısında dev bir alçıyla yatağa mahkum kaldığı zamanlarda gösterdiği azim, kararlılık ve yaşama sevinci bir çok insana örnek olacak cinsten. Resme olan tutkusu nedeniyle alçısının her köşesini bir tuval gibi boyayan Frida’nın en ünlü eserleri, tavana yerleştirilen aynaya bakarak bu dönemde yaptığı oto portrelerdir.
lo-mome-2007

LO MOME

“Ölümden korkuyor musunuz? Yalnızlıktan korktuğum kadar değil”

Kaldırımlardan sirklere, oradan pavyonlara ve sonunda sahnelere uzanan bir yolculuğun hikayesi. Edith Piaf gibi bu dönemde pek ismi anılmayan bir efsanenin yaşadığı dayanılmaz acıları, hüzünle dolu yaşamında tutunmaya çalıştığı bütün her şeyin yerle bir olduğu yaşamının özeti. Marion Cotillard’a 2008 yılında oscar getiren müthiş bir oyunculuk ve hafızalardan kolay kolay silinmeyecek birçok sahne var. Edith Piaf ile sevgilisi Marcel Cerdan arasındaki yazışmalar dikkate değer. Rejisi, kurgusu, sanat yönetimi, müzikleri, makyaji, ışığı, hele de Marion Cotillard’ın oyunculuğu ile bir başyapıt. Böyle filmler sinemanın büyüsünü gözler önüne seriyor. Mükemmel çekilmiş sahnelerde emeği alkışlatıyor, gözlerimizi yaşartıyor. Öyle ki Edith Piaf’ın perdeden çıkıp, yanımıza gelerek, vurgulu “r”leriyle Non je ne Regrette Rien’i söyleyeceğini sanmak işten bile değil.

control-2007CONTROL

– Seni kaybetmek istemiyorum.– Fakat başka birini seviyorsun.– Bunun bizle ne ilgisi var?

Sex Pistols’ın İngiltere’yi ele geçirdiği zamanlarda, etkili çıkışıyla dikkat çeken Joy Divison solistinin sade ve çarpıcı hayatını konu alan etkileyici bir biyografi. filmin mekanları, siyah-beyaz oluşu, Ian Curtis’in ruh halini daha iyi anlamada ve bunu etkili şekilde aktarmada oldukça başarılı bir yöntem olarak göze çarpıyor. Curtis’in, aslında sadece kendini ve düşüncelerini ifade etmek için yapıyor müziği ve bunu yaparak hızla ünlenmeye ve ününe ün katmaya başlıyor. Pek çok hayran iyi bir kitle kazanıyor ama zamanla düşünceleriyle normal hayattan farklı bir yerde yaşayan genç solistin yakasına normal yaşamın sorunları çöküyor. Üstelik bu yaşta bir aile sahibi ve önceki hayatından gelen bir öfke, hoşnutsuzluk ruh hali içinde her zaman, gözlerin hep onun üzerinde olması, bir yerden sonra dayanılmaz bir kabus gibi geliyor. Bir türlü grubunun olduğu yeri ve bu yeni benliğini kaldıramıyor. Tek istediği, eşiyle ve kızıyla hayatını sessiz bir yerde, yine besteler yaparak ve bir şekilde hayatını idame ettirerek, küçük bir dünya kurmak belki de. Punk türüne, en koyu rengini veren karakterlerden birisi. Her yönüyle başarılı bir biyografi.

amadeus-1984

AMADEUS

“Zevk sahibi bir kadını, yalnızca yetenek cezbeder.”

Yaklaşık 3 saatlik bir film olmasına rağmen ilk sahnesinden son sahnesine kadar izleyiciyi koltuğuna yapıştırır. Yönetmenliği, oyuncuları, senaryosu, kurgusu, sanat yönetmenliği, kostümleri vs. her açıdan sinema okullarında ders olarak okutulacak kadar güçlü bir film. İmdb top 250’nin üst sıralarında olması da bunu doğrular nitelikte. Mozart ile kraliyet baş müzisyeni Salieri’nin aynı çağda müzisyen olmalarının, Salieri bakımından bir dram olduğunu anlatan filmdir. Salieri’ye kıyasla, yeni yetme olan Mozart’ın, doğustan gelen olağanüstü müzik yeteneğinin, Salieri’nin ondan çok daha fazla olan müzik tutkusuna galip gelmesinin hikayesini anlatır film. Mozart için müziğin bir sevda ya da tutku olmadığı; onun doğalı, doğduğunda zaten hali hazırda içinde bulduğu bir yetenek olduğu vurgulanır. Beş yaşında ilk bestesini yapması bir başarı değil, olması gerekendir adeta. Salieri içinse müzik bir tutkudur; zihninde Mozart’a hayranlığı ve nefreti aynı anda barındırır. Belki film tamamen gerçeği yansıtmıyor fakat tüm gücünü de buradan alıyor zaten. Öyle ki bu filmi izledikten sonra tüm mozart eserlerini dinleyip, klasik müzikle uzaktan yakından alakanız olmamasına rağmen klasik müziğin büyüsüne kapılabilirsiniz.

 

 

 

 

 

Yorum Ekle

E-posta adresiniz 3. kişilerle paylaşılmayacaktır. Doldurulması zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.