YEREL SİPARİŞ AĞI İÇİN TIKLAYIN #EVDEKAL
Keyfinizi Yerine Getirecek 5 Yerli Absürd Komedi Filmi Önceki Size Dünya Düzenini... Sonraki Sıradan Hayatlara Dair 5...

Keyifsiz bir gün geçirdiyseniz ve biraz gülmeye ihtiyacınız varsa veya yakınlarınızla eğlenceli vakit geçirmenin bir yolunu arıyorsanız ihtiyacınız olan bir komedi filmi olabilir.  Birdombaylininfilmarsivi‘nin paylaşımlarından seçtiğimiz keyfinizi yerine getirecek 5 yerli absürd komedi filminden birini seçip günlük kahkaha dozunuzu alabilirsiniz.

kac-para-kac
KAÇ PARA KAÇ

İçten içe en büyük derdi “çapını büyütmek” olan insanlar için ahlaklı yaşamanın bilinçli bir tercih değil de çaresizlikten kabul edilmiş bir şey, bir nevi kazancı da kaybı da küçük olan bu insanların hayatında bir kötünün iyisi olduğunu gösteren bir film. Bir çanta dolusu para bulma gibi bir klişeyi çok tutarlı bir mantıkla devam ettirip mükemmel bir finalle bağlıyor. Asıl meselesi büyümek, genişlemek, sınıf atlamak olan ve toplumun bireyler için teker teker, sanki başka birisinin bunlardan başka bir ideali olamazmışçasına benimsediği ideallere ulaşmak için yine toplumun empoze ettiği parametreleri bir bir yerine getiriyor kahramanımız. Dürüst ve orta halli bir eli sıkı tüccarın haydan gelen bir parayla başlayan macerasını, karakterimizin git gide bozulan yapısını, parasını kaybetme korkularını, savrukluğunu, kanına karışan para için insanları haksız yere suçlayacak hale gelişini, insanların ölümüne sevinişini vesaireleri gösteren bir film bu. İnsanların paraya bağlanan hayatlarını, kapitalist düzenin benzini olan parayı anlatıyor Reha Erdem ve bunları lirik bir dille, kimi zaman komik, kimi zaman sert ve zaman zaman her gün akıp giden paralar gibi hızla anlatıyor. 450 bin doların bir insanın hayatına bir anlık yükseklik getirişini ve ani dibe çöktürüşünü gösteriyor. Bazı yönlerden kara film tarzına yakın, dar açılar, dar planlarla süslü, karanlık çekimlere sahip bir film Kaç Para Kaç. Sinemasal anlamdaki zenginliği de senaryonun anlattıklarına muhteşem bir destek sunuyor ve ortaya izlenmesi de izledikten sonra hazmetmesi de büyük zevk veren bir film çıkıyor.

yozgat-blues

YOZGAT BLUES

Film, karakterlerinin hayatından bir kesit olarak sunduğu minimalist öyküsünü Anadolu’da anlatıyor. Bir kent ki oralı olmayan, yolu bir şekilde oradan geçmeyenlere pek bir şey ifade etmiyor. Belki birçok insan oraya dair isminden başka bir şey bilmiyor. Yozgat, orta Anadolu’da,  diğer bölgeler  gibi belirgin renkleri olmayan, öne çıkan bir nitelik taşımayan ‘düz’ olarak nitelenebilecek bir şehir. Yönetmen de her ne kadar “herhangi bir şehir de olabilirdi” dese de eklemeden geçemiyor. “Ama Yozgat olmasının ayrı bir önemi var.” Yozgat’ın ve dolayısıyla taşranın sıradanlığı filmin her anına işlemiş durumda. Bunun etkisiyle yoğun olarak yerel bir yabancılık duygusu kaplıyor izleyeni. Her fırsatta modernizmi eleştiren Tufan, Yavuz üzerinden, modernizmle tanışan ancak onun getirdiği kodları içselleştiremeyen, geleneksel Anadolu kültürü ile yoğrulmuş insanın modern sıkılganlığını yazıyor bir nevi. Yabancılık da bu noktada baş gösteriyor. Film boyunca sürekli aynı şarkıyı dinliyoruz, defalarca. (Joe Dassin – L’éte indien) ancak bundan rahatsız olmak yerine, alışıyoruz. Filmin anlattığı ve hissettirdiği sıradanlığa da alışmanın göstergesi olarak, kahkahalar attırmayan ancak yine de izleyenin gülmekten kendini alamadığı naif bir komiklik barındırıyor içinde. Her şey gibi o da dozunda geliyor kulaklarımıza. Anlatımıyla baştan sona kendi içinde tutarlı bir görüntü çiziyor film. Bu tutarlılık, yükselmeyen, hep aynı çizgide seyreden naiflik ve saflık grafiği yönetmenin filmografisi için de geçerli.

vavien

VAVİEN

Türk sinemasına farklı bir soluk getiren harika film Vavien, aslında öyküsü bilindik: aile içi iletişimsizlik, erkeğin eşi ve çocukları üzerinde baskı kurması, her türlü saygıyı görmesi ama yine de memnun olmaması, arayışlar içine girmesi, bunalımlarının acısını eşinden ve çocuklarından çıkarması, atıldığı maceralara varını yoğun  dökse de aradığını bulamayıp tabiri caizse burnunu sürterek evine/düzenine dönmesi ama hâlâ ders almaması. Kadınların her şeyin farkında olması ama daha fazla incineceğinden/incitileceğinden korkarak olanları görmezden gelmesi. Hiç de yabancı değil; ama Engin Günaydın ve Taylan Biraderler bu bilindik ögeleri kara mizahla ustaca harmanlayınca ortaya trajikomik, izlenmesi gereken bir film çıkmış. Engin Günaydın filmde kendi çevresini fon olarak kullanarak samimi ve doğal bir atmosfer oluşturmuş, çok isabetli bir seçim yapmış ama kendisine Burhan Altıntop kimliğinden sıyrılamamış deyip haksızlık etmemek lazım, çünkü o mimikleriyle ve şivesiyle kendi yetiştiği ortamı yansıtıyor, tiye alıyor her iki karakterle de. Birbirlerine benzemeleri doğal, hatta oyuncunun gözlem, yansıtma yeteneği takdire şayan. Filmi, Coen Kardeşler’in filmlerinden esinlenildiği için o filmlerle karşılaştırmak yerine son dönem türk filmleriyle kıyaslamak lazım, işte o zaman niteliği fark ediliyor. Bir de filmin görüntü yönetmenini gerçekten tebrik etmek lazım. Zira filmde öyle kareler var ki kartpostal misali. Örneğin;  piknik dönüşü plan devreye sokulmadan önceki manzaralar insanı mest ediyor. Settar Tanrıöğen’in de müthiş bağlama solosu rakı eşliğinde nefis olmuş.

celal-tan-ve-ailesi

CELAL TAN VE AİLESİ

Absürd komedinin ve kara mizahın yönetmenliğini yaptığı yapımlarda ağır bastığı Onur Ünlü,yine kara mizah ağırlıklı bir film ile karşımıza çıkıyor. Celal Tan ve Ailesine derinlemesine bir analiz yapan film her bir karakterin iç dünyasına yönelik kareler çekiyor. Her karakterin gel-git yaşayan davranışlarının, insanoğlunun çevirdiği dolapların, menfaat dünyasının kimi zaman gerçeklerle kimi zaman aşırı karikatürize edilmiş karakterlerle kimi zamanda abartılı sahnelerle izleyicinin suratına vuruyor. Bu tarz filmleri ister sevin ister sevmeyin kesinlikle farklı bir film izleyeceğiniz kesin. Film, önemli bir hukukçu olan Celal Tan’ın bir cinayete karışması ve buna ailesinin istemeden ve görünmeden şahit olması üzerine gelişen olaylar ile mesajlarını vermeye başlıyor. Bir hukuk adamının kendi işlediği suçu gizleme çabası dahası bunu masum insanların üzerine atma çabası ortaya çıkıyor. Bunun yanında ailesinin bu olaylar karşısında susması aslında onlarında kendi çaplarında yaşadıkları entrikalar karakterlerinin yansıması ve bu yansımalar çarpık ilişkilere, ekonomik çıkarlara, sömürüye dair mesajlar verilerek ortaya çıkıyor. İnsanın nefsine olan zaafı ise ayrı bir pencere de değerlendiriliyor. Suçlunun azat edilmesi suçluyu arayanın ise suçlu edilmesi, insanoğlunun ömür boyunca yapması gerekenleri son nefesine doğru hatırlaması, geçmişe dair yaşanan tatsızlıkların yine kirli bir şekilde kapatılması, ailenin imajının zedelenmemesi için insanlığın, namuslu birey olmanın doğruyu yapmanın unutulduğu, el alem ne der düşüncesinin insanları nerelere sürüklediği ve gerçek hayatta da örneklerine bolca rastladığımız bu davranışların ne kadar yanlış olduğunu güzel bir üslup ile anlatıyor film.

korkuyorum-anne

KORKUYORUM ANNE

Hayatın içinde insanı ve insana dair olanı anlatan, özellikle insan fizyolojisi ile psikolojisinin ilişkisi ve insanların özdeşliği üzerine bir sunum niyetine izlenmesi gereken, düşünen ve düşündüren, zeki bir filmin keyifli ve eğlenceli hali. Renkli  mekanlar nostaljik, oyunculuklar ve müzikler filmin mizah ve zeka boyutunu destekleyici şekilde hafif abartılı ve muzip, kurgu özgün, bütünüyle sıcacık ve sevimli, derdini hareketlerle akıcı bir şekilde anlatan ve o hareketlilikte sizi yormayan bir film. Karakterlerinin söylediklerini dinlerken, görselliği hayal gücümüze bırakmayan, bizzat anlatılmak isteneni doğru ve etkileyici sekanslarla izleyicisinin hizmetine sunan bir film. Sözle anlatılanın, görselle çok güzel yansıtıldığı; vurguyu anlatana değil de anlatılana yapan bir Reha Erdem filmi. O dönemi düşündüğümüzde, zihnimiz olumsuzluklarla dolar. Seksenlerde Türkiye siyasi ahlaksızlığın son haddinde olduğu, her zamanki gibi gaflet ve dalaletin hükümetlerin damarlarına işlediği, insanların rüşvete, hırsızlığa yönlendirildiği karanlık dönemler. Oysa bu güzeller güzeli film öyle farklı yansıtıyor ki seksenlerin İstanbul’unu, belki de doksanların başlarını. Her zaman kendine hayran bırakan narin ve alımlı İstanbul’un özlenen güzel insanları ve dostlukları ruhunuza kadar işliyor. Sohbetler o kadar samimi, duygular öylesine temiz ki, yalan söylemeyi, sahtekarlık yapmayı beceremeyen, saf ve pırıl pırıl insanlarımız, sokakta kedi tekmelemek yerine köpeği için hüngür hüngür ağlayabilen bir kadının, elinizdeki cep telefonunu çalmak için günlerce plan yapan, sizle arkadaş olup iki gün sonraki buluşmanızda telefonunuzla birlikte yok olan hırsızların değil, en küçük yardımınızı bile sonsuz ve karşılıksız dostluğuyla ödüllendiren adamların hikayesi.

Yorum Ekle

E-posta adresiniz 3. kişilerle paylaşılmayacaktır. Doldurulması zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.