DÜKKAN'DA 39 TL VE ÜZERİ ALIŞVERİŞE ÜCRETSİZ KARGO
İzledikten Sonra Sizi Tribe Sokacak 5 İç Karartıcı Film Önceki Harekete Geçmek İçin... Sonraki Sıra dışı Hediyelerle...

Daha ilk sahnesinden sonunu tahmin ettiğiniz, mutlu biten filmlerden sıkıldıysanız eğer; izledikten sonra sizi tribe sokma garantili depresif, 5 iç karartıcı film özetini birdombaylininfilmarsivi’nin kaleminden okuyun.

film önerileri
1.ONE FLEW OVER THE CUCKOO’S NEST

“Hepiniz deli misiniz ?”

Shakspeare’e göre, delirmenin bir yöntemi olabilir belki, ama her delinin yöntemi bambaşkadır. Usta oyuncu Jack Nicholson’ın tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olarak gösterilen bu filmde canlandırdığı McMurphy’nin deli olmayı seçtiği yöntemse suçluluktur. Özgürlüğüne oldukça düşkün McMurphy’nin daha az güvenlikli ve daha özgür olacağı bu ortamı tercih etmesi aslında çok da garipsenmiyor. Film boyunca McMurphy’nin akıl hastanesinin düzenini bozma eğilimine tanık oluyoruz. Bu rolüyle Jack Nicholson’ın aslında her insanın içinde var olan başkaldırı duygusunu simgelediğini söyleyebiliriz.

Gerçek hayatta olduğu gibi akıl hastanesinde de onu dizginleyecek biri olacaktı elbet. Başhemşire Mildred, McMurphy’nin baş düşmanı ve filmde de belirtildiği gibi aslında en yakınıdır. Grup konuşmalarında yaşadıkları tartışmalar, hastanedeki diğer delilerin gözünde McMurphy’i yüceltmiş ve bu çılgın karakteri örnek alma duygusunu uyandırmıştır. İşte tam burada seyirci olarak aslında dışarıdan özgür olarak gördüğümüz ve deli diye nitelendirdiğimiz bu kitlenin kendi kararlarını bile veremediğine üzülüyoruz. Onların kararlarını alan, yiyecekleri yemekten dinleyeceği müziğe, gidecekleri yerden uyuyacakları saate kadar her şeyi belirleyen psikiyatristleridir. Totaliter bir sisteme karşı çıkan McMurphy’i de bu yüzden seviyoruz aslında. Hem biz izleyiciler, hem de hastanedeki diğer deliler. O delilerin çıkmayan sesi yönetimin ise baş belasıdır artık. üstelik bir otobüs dolusu deliyi balık tutmak için kaçıracak kadar da delidir.

film önerileri

2.THE GAME

“Senin gibi bir adama ne alınır? Her şeyi olan adama?”

The Game filmi, Se7en, Fight Club, Panic Room gibi kült kabul edebilecek filmlerin efsanevi yönetmeni David Fincher’in ilk filmlerinden. Usta aktörler Michael Douglas ve Sean Penn‘in başrollerini paylaştığı film; tüm hayatını kontrollü bir şekilde yaşayan zeki, güçlü ve başarılı bir iş adamı olan Nicholas‘ın doğum gününde kardeşi Condrad’ın verdiği gizemli hediyeyle birlikte yaşadıklarını anlatmaktadır. Nicholas’ın aksine oldukça renkli bir karakter olan kardeşi Condrad bu hediyeyle beraber abisine hayatının en önemli dönüm noktalarından birini yaşatmaktadır. Hayatında her şeyi para ve güçle yönlendirebilecek olduğunu düşünen Nicholas’ın başına neler gelmektedir! Bu hediyeyle beraber tam bir kontrolsüzlük girdabına girmiştir. İlk başlarda güzel bir şekilde süren oyun, bir süre sonra Nicholas’ın hayatını kabusa çevirecektir. Bu alengirli oyunun içinde Nicholas geçmiş yaşantılarına ilişkin travmaları ile de yüzleşecektir. Oyunun sonunda ise Nicholas hayatını baştan sona sorgulamak zorunda kalır. hayatta önem verdiği şeylerin dışında kalan sevgi, dostluk, dayanışma gibi yeni kavramları hayatına sokar. David Fincher’ın keskin zekasıyla yönettiği bu saf gerilim, dram başyapıtı, türünün en özgün örneklerinden biri olarak yer almaktadır. Nicholas’ın oyununu izlerken, kendinizle de yolculuğa çıkacağınız bir film.

film önerileri

3.REQUIEM FOR A DREAM

“Hissettiklerimden hoşlanıyorum. Kırmızı elbiseyi, televizyonu, babanı ve seni düşünmekten hoşlanıyorum. Artık güneşe çıktığımda gülümsüyorum..”

Amerikan bağımsız sinemasının gurur kaynağı ve bugün ana akım sinemaya yaklaşan ama bağımsız ruhundan hiçbir şey kaybetmeyen Darren Aronofsky ilk filmi ‘Pi’nin ardından asıl çıkışını ikinci yönetmenlik denemesi Requiem For a Dream ile yaptı. Hubert Selby’nin aynı adlı romanından bizzat yazar ve yönetmen tarafından senaryolaştırılarak sinemaya uyarlanan Requiem For a Dream, Aronofsky filmografisinin hala en nadide parçalarından biri. “We got a WİNNNER!” sihirli cümle bu. Koşulsuz teslimiyetin ve yozlaşmış insan yapısının tokat gibi sert bir uyaranı ve evet kesinlikle bir kazananımız var! İğrenç bir düzenin içinde yok oluşunu hızlandırmak için elinden geleni yapan bir kazananımız var.

Her geçen gün daha çok dibini gördüğümüz tüketici bir sistem bizi esir almış vaziyette. Sistem hiçbir ayrım gözetmeden bizi etkisi altına alıyor. Bu sistemin yöneticilerinin kendi kafalarına göre uyguladıkları politikalar daha alt tabakada olan “bağımlı” kişilerin hayat düzenini oluşturuyor. Film tam olarak bu düzenin üzerine kurulmuş bir senaryoya sahip. Alt tabaka olarak sıradan insanlar ele alınıyor. Hayatımızdaki yalnızlık teması pek çok şekilde filmde karşımıza çıkarılıyor. Bireyin gerek kendi içinde, gerek ise aile ve toplumsal yalnızlığı ele alınıyor. Bu yalnızlığın destekleyicisi olarak günümüz insanının mantığa sığmayan şeyleri, hayatının tüm anlamıymışçasına kabullenmesi kullanılıyor. İnsanların hayatlarında devamlı olarak yaşadığı sıradanlaşma onları mutsuzluğa sürüklüyor. Tüm bu olayların esnasında yaşanan ahlak düzeni bozuklukları, toplumsal psikolojinin yerini insanlık dışı tutumlara terk etmesi bize filmde çok net şekilde sunuluyor.

film önerileri

4.A SİNGLE MAN

“Deneyim; insanın başına gelen değil, başına gelenle ne yaptığıdır.”

Çok az filmde başarılı bir şekilde işlenen şiirsel görselliği gerçekten doruğa çıkarmış Tom Ford. Arkada profesyonel bir görsellik ustası olduğu belli oluyor. Konusundan ziyade sadece bu yönüyle bile sessiz bir devrim niteliğinde. Tom Ford’un kusursuza yakın görselliği; hem kıyafet seçimleri, hem de mekan kullanımlarında kendini gösteriyor. Bir de üstüne ana karakterin ruhsal değişimleriyle orantılı olarak soğuk ve sıcak renkler arasındaki geçişlere yapılan vurguyla filmin büyüsüne iyiden iyiye kapılıyorsunuz. Colin Firth’in nefis aksanına ve her sahnede, her karede izleyiciye yaşattığı duygu yoğunluğuna hayran olmamak elde değil, canlandırdığı karakterin hissettiği tüm o yas, kayıp, yalnızlık, kendi içine sıkışmışlık hislerini izleyiciye de hissettirecek kadar harika oynadığı, sadeliğiyle güzelleşen film.

film önerileri

5.SHUTTER ISLAND

“Arzu ettiğin şeyler, beklemekten vazgeçtiğin anda gerçekleşir. Bu; hayatın ‘sen bakarken soyunamıyorum’ deme şeklidir”

İnsan psikolojisinin derinliklerine muhteşem bir iniş. Seyirciyi akli dengesi bozuk bir kişilik konumuna sokan bir film; ters köşe bir senaryo, mükemmel atmosfer ve akılda kalıcı, duygusal bir soundtrack (on the nature of daylight).Sinematografi üst seviye ve oyunculuk performansları gayet yeterli. Scorsese’nin Kundun ve Bringing Out The Dead yıllarındaki gerileme döneminden sonra ani yükselişini devam ettiren bir film. Yavaş işlenişe paralel giden gizem ve senaryo filmin bir scorsese başyapıtı olduğunu kanıtlıyor. Fakat filmden hareket bekleyenler uzak durmalılar.

Genel olarak diyalog ağırlıklı bir film ve korku-gerilim sahnelerinden olabildiğince uzaklaşılmaya çalışılmış. Zaten bir scorsese filminden salt korku-gerilim bekleyenler filmi başlarda bırakacaklardır. film kafada kurulan onca kurguyu silip çöpe atma başarısını gösteriyor. ilk izlenildiğinde yakalanamayan ipuçları final bilindiği için ikinci izleyişte fark edilebiliyor. insanın etrafındaki her şeyi nasıl istiyorsa o biçimlerde algılayıp, gerçek olmaya çok yakın bir kurguyla anlamlandırmasına örnek bir film aslında. herkes için farklı bir sonuç çıkabilir. Esasında ortada böyle bir film olunca şüphesiz izleyici de en ince ayrıntıları da dikkate almak zorunda kalıyor ve irdeledikçe ayrıntılarda boğuluyor. her biri rayları boğum noktasında değiştirir gibi kırılma noktalarının tespitine girişiyor ve yazıya dökmeye kalksa sayfalarca yazılır bunun hakkında. O yüzden bir alternatif olarak filmi her izleyişinizde farklı bir olasılığı benimseyip öyle izleyebilirsiniz.

Yorum Ekle

E-posta adresiniz 3. kişilerle paylaşılmayacaktır. Doldurulması zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.